BİR GÖÇÜN 60 YILLIK SOSYOLOJİK HİKAYESİ

1960’lı yılların sonlarında Hollanda’ya gelen Türk işçileri, bu ülkeye yalnızca emeklerini değil; sabırlarını, değerlerini ve gelecek hayallerini de taşıdı. O yıllarda “misafir işçi” olarak tanımlanan bu insanlar, altyapıdan temizliğe, fabrikalardan balık işleme tesislerine kadar en ağır ve en az itibarlı işlerde çalıştı. Kimsenin yapmak istemediği ne iş varsa, onlar omuzladı. Gürültüye, kokuya, soğuğa, hor görülmeye rağmen yılmadılar. Ama kimseye yük olmadan, kimliğinden vazgeçmeden tutunmayı başardılar.

İlk kuşağın hayatı yokluk ve tasarruf üzerine kuruluydu. Hollandalıların ikinci elden sattığı eşyalar alındı, evler sade döşendi. Ancak o evlerin bir köşesinde mutlaka bir seccade vardı. Camiler yokken odalar mescit oldu; camiler kurulduğunda ise dayanışmanın eseri olarak yükseldi. Dernekler kuruldu. Çocukların Türkçe öğrenmesi, öğretmenlere saygı ve eğitime verilen önem, bu toplumun geleceğini şekillendiren temel unsurlar oldu.

Aradan yıllar geçti. Bugün baktığımızda, o ilk gelenler ve onların çocukları hayatlarının son demlerine yaklaşırken, ardında güçlü bir miras bırakmış durumdalar. Vefat edenler, son yolculuklarında vatan toprağında yatmak için Türkiye’ye gönderiliyor. Ancak bıraktıkları evler, kurumlar ve yetiştirdikleri nesiller bu topraklarda yaşamaya devam ediyor.

Dün Türkler Hollandalıların ikinci el eşyalarını satın aldı. Kullanılmış koltuklar, eski masalar… Evler mütevazıydı ama gönüller zengindi, bugün Hollandalılar Türklerin kullandığı eşyaları satın alıyor. Dün kenar mahallelerde yaşayan Türkler vardı; bugün o evler Hollanda’nın üst gelir grubunun tercih ettiği semtlerde bulunuyor. Bu durum, tesadüf değil; 60 yıllık emeğin ve kuşaklar arası yükselişin doğal sonucudur.

Bulunduğum şehir; Amsterdam’a 20 km uzaklıkta Beverwijk’te uzun yıllar “Türk pazarı” olarak bilinen Zwarte Markt bunun somut örneklerinden biridir. Bir dönem Türklerin çoğunlukta olduğu bu alan, zamanla büyüyerek çok kültürlü bir ticaret merkezine dönüştü. Bugün Türklerin yerini pazarda Afganlar, Suriyeliler, Polonyalılar ve farklı göçmen gruplar yer alıyor. Aynı dönüşüm restoranlarda ve fabrikalarda da görülüyor. Bir zamanlar buralarda, en az itibarsız işlerde Türkler çalışıyordu; bugün ise yeni gelen göçmenler aynı emek basamaklarında yer alıyor.
Türkler bu gün Hollanda siyasetinde söz sahibi.

Bu tablo bize göçün döngüsel doğasını gösteriyor. Dün dışlananlar bugün orta sınıf; dün alt işlerde çalışanlar bugün çocuklarını üniversitelere gönderen aileler. Türk toplumunun yaşadığı bu dönüşüm, entegrasyonun yalnızca uyum değil; üretim, sabır ve eğitimle gerçekleştiğini açıkça ortaya koyuyor.

Bugün Hollanda’da yetişen Türk çocukları, ebeveynlerinin yaşadığı zorlukları yaşamıyor. Oyunlarına, sporlarına, eğitimlerine ve sosyal gelişimlerine özen gösterilen bir nesil büyüyor. Bu da göçün sadece ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal bir başarı hikâyesi olduğunu gösteriyor.

Hollanda’daki Türk toplumu artık bu ülkenin “geçici misafiri” değil; kurucu ve üretici bir parçasıdır. Bu 60 yıllık hikâye, alın terinin sessiz ama kalıcı bir iz bıraktığının en açık göstergesidir.