ÖĞRENCİYİ ŞEHRE DEĞİL, ÖĞRETMENİ KÖYE TAŞI
Sabahın ilk ışıkları sisli puslu havadan kendini alamıyor, güneş doğmaya tembel davranıyordu.
Alaburus tıraşlı çocuk esnemesini çenesinden çekemiyor, Hatip’lerdan sökün eden okul taşıtının kornası köy içinde yankılanıyordu.
Mahallenin has köpeği Akbaş, sonbaharın rengi solmuş yapraklarına uzanmış, camii’nin tekir kedisi şadırvanın oturağına kıvrılmıştı.
Baharın ortası bir gündü, dutlar henüz çiçek açıyordu.
Köy çeşmesi zıvanasından çıkmış boşa akıyor, Kamil Ağa balkonunda semaverini yakmış, cigarasına zıvana sarıyordu.
Köyün horozları sabah sabah senfonik bir maharetle yeri yurdu inletiyor,
Sabah namazını eda eden Hasan Amca ile Muratların Şaban Emmi caminin avlusundan ayrılırken; Hoca lojmanının merdivenlerini adımlıyordu.
Her sabah olduğu gibi eğitime tabi çocuklar evlerinin siyatından sıyrılmış, köy meydanında bekleyen servis minibüsüne yetişmeye çalışıyordu..
Kezban Yenge, gaklıkta kurumaya bıraktığı pestilleri topluyor, kuşlar dut ağacının dallarında birdir bir oynuyordu.
Derede ördekler suya kanat çırpıyor, telefon direğinin kanadındaki fincana tünemiş atmaca avına göz kırpıyordu.
Anne ve babasının gittiği köyün okulu kapanalı yıllar,
Okul lojmanında kiracı emekli Muazzez öğretmen her sabah o çocuklara el sallar olmuştu.
Köy kahvesi henüz açılmıştı.
Kahveci tahta sandalyeleri diziyor, köyün delisi söğüdün dibinde kendiyle dalga geçiyordu.
Çocuğun sıdkı sıyrılmıştı.
Her sabah şehre taşınmaktan yufka yüreği yorulmuş, annesinin sabah erkenden açtığı yufkaları pazarda nasıl satacağını düşünür olmuştu.
Şunun şurasında bir hafta olmuştu.
Tavuklar yumurtadan kesilmiş, sarı inek eskisi gibi süt vermediği için köyün hayvan cambazına veri verilmişti.
Okul taşıtının otomatik kapısı haldır huldur kapanırken, Ali minibüsün içerden buğulanan camını elinin ayasıyla siliyor, önündeki koltukta oturan Ayşe gözlerine düşen uykusunu sınıyordu.
Sulama arkına düşen tekerin etkisiyle sarsılan başı yanındaki arkadaşının omzuna düştüğünde;

Ayşe!
Rüyasında çoktan veteriner olmuş, köyüne tayini bile çıkmıştı.
Okul taşıtı gurup yoluna ulaştığında tavuklar yumurtlamaya, inekler süt vermeye, ateş böcekleri çoktan uçmaya başlamıştı.
Kedi kıvrıldığı, köpek yattığı yerden doğrulup asıl işlerine dönmüştü.
Kamil dede iki şekerli çayını içmiş, Ayşe ninenin elinden sade kahvesini bekliyordu.
Taşımalı eğitim ile öğrenciler şehre değil, öğretmenler köye taşınıyorlardı artık.
Ayşe, rüyasında hayallerini tek tek gerçeğe dönüştürüyordu.
Servis aracı köy içini geçmiş, Alageriş’e varmıştı.
Çocuğun saf uykusu ağır ağır ilerliyor, arı hayalleri tek tek gerçek oluyordu.
Köyün ilk veteriner hekimiydi.
Eşi de ziraat mühendisi olarak komşu köye atanmıştı.
Gül gibi geçiniyorlardı.
Biri toprağa, diğeri toprağın üzerindeki tabiata aşıktı.
Severek evlenmişlerdi.
Aynı fakültede okumuşlar, aynı köy okulundan mezun olmuşlardı.
Güller sanki onlar için açıyor, inekler sanki onlar için süt veriyordu.
Köye bir bereket gelmişti.
Kar kar gibi, yağmur yağmur gibi yağıyordu.
Güneş eskisi gibi kurutuyor, gölge eskisi gibi serinletiyordu.
Köyün imamı ile köyün öğretmeni evleneli bir yıl olmuştu.
İkizlerine Masal ve Rüya ismini koymuşlardı.
Köyün imamı Abdullah, vakit namazlarında canlı canlı ezan okuyor,
Eşi Zeynep Hanım teneffüsteki öğrencileri elindeki zili sallayarak derse davet ediyordu.
Pakize Teyze kasnakta kanaviçe işler, Rüstem Amca tarlaya kemre sererdi.
Köyde kimse boş değildi…
Köyün delisi bile çocuklara söğüt dallarından düdük yapardı.
Herkes işinde gücündeydi.
Hiç boş yoktu, boşa geçen gün yoktu.
Köyün Çobanı sabah erkenden keşiğe çıkmış, dört yıllık Çoban Akademisini geçen yıl bitirmişti.
Zamanın ve sessizliğin tozlu örtüsüyle kaplanmış, tabelası okunmaz hale gelmiş, kapısı kilitli köyün okulu çoktan açılmış, göndere Türk Bayrağı çekilmişti.
Okul ilk mezunlarını bu yıl verecekti.
Köy okulu demeye bin şahit lazımdı oysa…
Okul sırma gibiydi, çok güzeldi.
Oluklar altın, kiremitler kan rengini andırıyordu. Pencere pervazları apaktı…
Camlar pırıl pırıldı, tertemizdi.
Merdivenler mermer kaplama, ahşap doğramalar saf çamdı.
Köylü, camisine de okuluna da çok özeniyordu.
Köyün muhtarı yüksek lisansını meteoroloji üzerine yapmış, okulun devasa bahçesine kurulu serada yok yoktu.
Seraya, galoşsuz, bonesiz girilmez kuralını kendisi koymuştu.
Zeynep öğretmen ve imam eşi Abdullah; Allah’ı var iyi insanlardı.
Köyde tanışmışlar, birbirlerini sevmişler ve geçen yıl evlenmişlerdi.
Sera’ya bütün köy özeniyordu ve geçen yıl bahçe iyi ürün vermişti.
Bereketli bir yıldı.
Bu yıl rekolteyi daha da yükseltmek için başka bir projeyi hayata geçireceklerdi.
Şehirden gelenler yavaş yavaş tarlalarını ekmeye, ektiklerini biçmeye başlamışlardı.
O ara ve ne ara bilemediği bir şeyler oluyordu.
Ayakları üşüyor, yüzü sanki alev alev yanıyordu.
Servis aracının camına vuran güneş büyüteç etkisiyle yüzünü yakıyor, gördüğü rüya geriye geriye sarıyordu.
Her şey ve herkes eskisi gibi olmaya, köyün çocukları tekrar şehre taşınmaya başlamıştı.
Bahçedeki sera yıkılmaya, içindekiler çürümeye duruyor, köyün imamı ile köyün öğretmeni ayrılmaya karar veriyordu.
Akademisyen Çoban sırtındaki kepeneği bir tarafa, diplomasını çoktan bir tarafa fırlatmıştı.
Gaklıktaki pestiller sahipsiz, seradaki ürünler kimsesiz kalmıştı.
Ayaklarından başlayıp bütün vücuduna yayılan o sıcaklık her bir şeyin sonu olmuştu.
Rüyasında peydahladığı bütün hayalleri taşımalı eğitim minibüsünde başlamış, aynı minibüste şehre ulaşmadan sona ermişti.
Servis araçlarının bir ucu A101’in, bir ucu Bim’in önüne kadar uzanıyordu.
Güzel rüyaydı diye geçirdi içinden..
Sahi..
Rüyalar gerçek olsa fena mı olurdu.
Birden aklına müthiş bir fikrin geldiğini fark etti.
Yarın 23 Nisandı; temsilen Bakan olacaktı.
Öğretmenlerin köye taşınmasını, çocukların köyde kalmasını talimatını verebilirdi.
Maarif modeli bunun için bir fırsattı belki de..
Norm fazlası ve atama bekleyen öğretmenlerin köy okullarına gelerek etüt merkezlerinde görev almalarını isteyebilirdi.
Mottosu gördüğü rüyadan sonra hazırdı…
ÖĞRENCİYİ ŞEHRE DEĞİL, ÖĞRETMENİ KÖYE TAŞI!
Ve Fakat…
Öğretmenler köye taşındığında; köy okulları açıldığında Muazzez öğretmen ne yapacaktı.
Rüyasını yok, fikrini heybesine sardı.
Yarın 23 Nisandı.
Hem!!!
Anne ve babasının öğretmeni Emekli Muazzez öğretmene kıyamazdı.