Sıla özlemi gibisi var mı? O kavuşamadığın yâr gibidir. Kavuşmanın imkânsızlığıyla imtihan olduğun bir ayrılık. Uzun zamandır doğduğum köye gidememiştim. İş, güç, yaşam mücadelesi bizi çok uzaklara savuruvermişti yıllar önce. Şehirde yaşamak bize rahat geliyordu. Ekmek elden, su gölden hesabı yaşadık yıllarca. Geçim sıkıntısı da çektik. Sağlığımız yerindeydi ya o yeterdi bize.Emekli olduktan sonra yüreğim, sıla özlemiyle kavrulmaya başlamıştı.

Yaşım altmış oluvermiş ben anlayamamışım. Kararımı verdikten sonra Fatma’ ya “ Haydi hazırlan! Köye göçüyoruz.” Dedim. Evde kızılca kıyamet koptu. “ Bu yaştan sonra köye gitmem ben! Orada yaşayamam. Rahat mı battı sana Hayati? “ Sanki köyde hiç yaşamamış. Paris’ te yaşamış. Kadınları anlamak mümkün değildir. Ben de hiç anlamamış, anlıyormuş numarası yapmıştım. Sonunda orta yolu bulup, tatlıya bağlamıştık sorunu. İstanbul’ da oturduğumuz evi kapatmadan gidecektik. Zaten, köyde ev vardı. Rahmetli babamın evi boynu bükük bekliyordu yıllardır. Ne haldeydi? Yıkılmış mıydı? Gidince görecektim.

Toparlanarak çıktık yola. Karımın dırdırları yol boyu sürdü. Köyün girişinde bulunan mezarlığa baktım yanından geçerken. Yüreğim sızladı. Anam, babam, atalarım hep beraber sessizce yatıyorlardı. Evin önüne geldiğimizde, gördüklerim karşısında yıkıldım. Anamın, babamın özenle baktığı ev, harabeye dönmüştü. Evin önündeki geniş araziyi ot basmıştı. Yüreğim acıyarak,ağlamamak için kendimi zor tutarak arabadan indim. Karımın yüzüne hiç bakmadım. Baktığım anda onun dırdırına zemin hazırlayacaktım. Otları yara yara eve ulaştım. O sıra ayağımın dibinden bir yılan sürünerek geçti gitti. Umursamadım. Kabahat bendeydi. Yıllardır, hiç uğramamış olmam benim suçumdu. Kayıplarımın ardından, burası bana acı vermişti. Bir süre seyrettim evi yakından. Sonra anahtarla kapıyı açtım. Sanki açar açmaz, anam kapıdan çıkacak; “ Oğul sen mi geldin? Hoş geldin kuzummm “ diye bağıracak, ağıtlar yakacak, boynuma sarılacaktı. Ev, onların gidişinden sonrası gibiydi. Sadece tozlanmıştı. Perdeler, güneşten solmuştu. Resimlerimiz, babamın çiftesi duvardaki çivilerde asılıydı. Soba yine aynı yerinde, geyikli battaniye de karşıdaki duvarda asılıydı. Aynı çocukluğumdaki gibi fakat çok eksik vardı. Anam, babam, kardeşlerim yoktu sadece. Yer yer örümcek ağı bağlamıştı.

Bir süre bu işi nasıl halledeceğimi düşündüm. Öyle dalmışım ki karımın sesini nice sonra işittim. “ Ne düşünüyorsun? Düşünmeyle olmaz bu işler Hayati! Haydi, kalk başlayalım işlere. Burası bizim evimiz. Tekrar eski haline getireceğiz. Haydi kalk. Tırpanı bul, otları biçmeye başla. Evin içi benim. Dışı senin. Haydi! “ Karımdan beklemediğim bir davranıştı. Tırpanı bulduktan sonra başladım biçmeye. Epey çalıştıktan sonra otları biçmiştim. Sonra onları topladım ve bahçenin dışına taşıdım. Ölü toprağı serilmiş bahçenin yüzü gözü açılmıştı. Dinlenmek için oturduğum sıra yaşlı bir adam yaklaştı eve. Tanımaya gayret ettim. Uzun yıllar geçmişti. Gülerek yanıma geldi.

“ Hoş gelmişsin oğul! Gidenler yavaş yavaş geliyor.Beni tanımadın değil mi?”

“ Hoş buldum amca. Tanıyamadım”

“ Tanıyamazsın oğul.Benim adım Hüseyin. Babanın arkadaşıydım. Benim akranlarımın hepsi gittiler. Bir ben kaldım. Ölümü bekliyorum amma velakin gelmiyor. Toprak, beni bekliyor ama gidemiyorum.”

“ Tanıdım şimdi Hüseyin amca. Allah geçinden versin.”

“ Hayati ne iyi etmişsin gelmekle oğlum. Bu ev var ya! Boynu büküktü. Toprağı ne yaralar biliyor musun? Vefasızlık yaralar.Bu köyde her hanenin çocukları gurbete çıktı. Aylık maaş, sıcak evler, süslü giyitler gençlerimizi cezbetti. Aldılar başlarını çıkıp gittiler. Bu temiz hava nerede var? Toprağı seveceksin oğlum. Sen seversen, o da seni sever. İhya eder. Şimdilerde herkesin aklı başına geldi zannımca. Her giden geri geliyor. Çakırların Memet’ de döndü geçen hafta. Tekaüt olmuş, dönmüş sılaya. Baban hissetmiştir geldiğini. Ne sevinmiştir gariban. Haydi sen bak işine. İyice yerleşin de çay içmeye gelirim size. Toprağı sevin oğlum. Aferin sana. . “ diyerek geldiği gibi gitti. Huzurla baktım ardından.