Her an uçurumun kenarından uçacakmışım gibi hissediyordum kendimi. Hiçbir şey beni mutlu etmiyordu. Her yerde, yalnız, ıssız, sessizliğin ağırlığı, ruhumu bir mengenenin içine almıştı sanki. Oysa etrafıma baktığımda, ne kadar şanslı olduğumu görebiliyordum. Her şey bir anlık, değişime uğruyordu ruhumda.

Son zamanlarda, kendimi tanımakta güçlük çekiyordum.Ruhumda küçük bir kız çocuğu yaşardı . Cıvıl cıvıl, neşe dolu. Kendine has ürettiği oyunlarla, küçücük dünyasına renk katan. Etrafındaki insanları mutlu eden, mutluluğu doyasıya yaşayan bir kız çocuğu…O kız çocuğunun en çok sevdiği oyuncağı ise Polyanna idi. O, mutsuz olduğum zamanlarda, konuşmaya başlar; ruhumdaki kız çocuğunu gülücüklere boğardı. Kulağına söylediği sözler, bilindik olsa da; sanki bir sihirli değnek gibi etkilerdi .

İnsanlar, iç sıkıntılarını giderebilmek için kalabalığın içine girerlerdi. Dostlar vardır, içindeki zehirleri ortadan konuşmasıyla dağıtıveren. İşte onlarla bir kelam bile yeter sıkıntıların atılmasına. Sohbet etmeyi severken, iyice uzaklaşmıştım sohbetten, dostlardan, arkadaşlardan, dünyadan. Ben kimdim, ne için gelmiştim dünyaya; yaşama amacım var mıydı? Günün yarısından çoğunu yatağın içinde perdelerim sıkıca kapatılmış, kasvetli bir odada yarı uykulu, yarı uyanık geçiriyordum. Güneş ışığına düşman olmuştum. Herkese, her şeye nefret ederek bakıyordum. Bacaklarım güçsüzleşmiş, beynim uyuşmuştu sanki. Yemek yiyemiyordum. İyice zayıflamıştım. Sevenlerim endişe içinde benim için bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı. Kimseyi yaklaştırmıyordum yanıma. Çaresiz uzaklaşıyorlardı benden. Gittikçe yalnızlaşıyordum. Sadece Annem yalnız bırakmıyordu beni.

Bir gün, hırsla odama girdi. Yüzü kıpkırmızıydı. Hayatımda ilk kez görmüştüm onu o şekilde. Perdeleri sıyırdı hışımla. İçeriye giren ışık, karanlığa alışmış gözlerimi kamaştırdı. Yatağımın içinde doğruldum.

Küçük hanım, yeter artık şımarıklığın ! Hemen çıkıyorsun o yatağın içinden. Doğru banyoya! Burada bekliyorum.”

Ya Anne ! Rahat bırak beni. Uyumak istiyorum. Uyuşmak istiyorum. Lütfen!”

Bakışlarında, çeliğin sertliği ve soğukluğunu hissetmiştim. Bir an kendimi çok suçlu hissettim. Yatağın içinden usulca süzüldüm, ayaklarımı sürükleyerek banyoya girdim. Duşu açtım. Soğuk su, bedenime değdikçe kendime geliyordum sanki. Ruhum ve bedenimde biriken yük, suyun etkisiyle arınmış, hafiflemiştim. Odama döndüğümde, annem hâlâ odamda ve aynı konumdaydı. Giyeceklerimi hazırlamıştı. Tıpkı çocukluğumdaki gibi itinayla sıralamıştı yatağımın üzerine. Delici bakışları değişmemişti.

Hiç konuşmadan giyindim. Makyajımı yaptım. Çantamı aldım koluma. Anneme sıkıca sarıldım. Son zamanlarda hiç yapmadığım bir hareketi yapmanın sevinciyle. Tıpkı çocukluğumdaki gibi elinden tuttum. Kapıyı açtık. Anneme baktım. Delici bakışların yerini, şefkat dolu bakışlar almıştı. Sahildeki çay bahçesinde, çok eskiden olduğu gibi simit eşliğinde çayımızı yudumlamaya başlamıştık. Martıların sesleri, denizin sesi, insanların gürültüsü, yine eskisi gibi tanıdık gelmeye başlamıştı kulaklarıma. İçimdeki küçük kız çocuğu, yeniden gelmişti; O da mutluydu, ben de. Kulağıma ; Hoş geldin” Dedi sessizce. Hoş buldum Diye karşılık verdim aynı ses tonuyla.