Bizler, yokluğun çocuklarıydık. Fakirlik bizi hiç mutsuz etmemişti. Biz o yokluğun içinde, mutlu olmayı bilenlerdik. Özellikle yaz akşamları daha güzeldi. Ağustos böceklerinin sesi eşliğinde oyunumuza devam ederdik. Özellikle hafta sonları, mahalleli olarak yazlık sinemalarda filmler seyrederdik. Gazoz , leblebi ve komşu teyzelerin ağlamaları eşliğinde. O fimlerde Türkan Şoray, Ediz Hun, sonraki hafta Tarık Akan, Filiz Akın geçerdi sahneye. Gözlerimizi bile kırpmadan seyrederdik.

Bizim mahallemizin neşesiydi Neslişah. Hele ki o gülmesi yok muydu? Kıkır kıkır eder, hoplaya zıplaya yürürdü dar sokaklarda. Ben, on beşindeydim. O da en fazla on üç. Bizim sokağın en sonundaki evde otururlardı. Kendi hallerinde bir aileydi. Babası Mustafa Amcanın evinin alt katındaki odasını bakkal dükkânına çevirmişti. Karısı Esma teyze de ona yardım ederdi. İki çocukları vardı. Atilla ve Neslişah. Atilla’ yı çok az hatırlıyordum. İstanbul’ da okuduğunu biliyordum. Neslişah, ilkokulu zar zor bitirmişti. Onu bütün mahalleli koruma altına almıştı. Kim ne derse desin, hep gülerdi. Annesinin gözlerinde hüzün hapsolmuştu sanki. Fazla konuşkan bir kadın değildi. İş güç, özel bir çocukla uğraşmak kolay olmasa gerekti.

1980 yılının başlarıydı. Ben, o yıl lisede okuyordum. Çok da başarılı bir öğrenciydim. Mahallemiz eskisi kadar huzurlu değildi. Okulda da huzursuzluk vardı. Ben, ne suya ne sabuna dokunmayarak, kurtuluyordum kaosun içinden. Benim amacım, bir an önce mezun olup, üniversiteye başlamaktı. Kız olmanın faydaları da vardı. Korkuyordum her şeyden. Sınıfımızdan çoğu arkadaşım, siyasetin içine girmiş, resmen bölünmüşlük başlamıştı. O sıralarda, mahallede de çatışmalar başlamıştı. Kendi halindeki mahalle, ikiye bölünmüştü. Geceleri sokağa çıkamaz olmuştuk.

Neslişah’ ı en son o sıralarda görmüştüm. Okul dönüşü yolda karşılaşmıştık. Her zamanki neşesinden eser kalmamıştı. Yanımdan geçerken, laf attım ona. Ses etmedi. Şaşırmıştım.

“ Nesli küs müyüz yoksa. Neden cevap vermiyorsun? “ Omuzunu silkti. Yanına sokuldum. Kucakladım. Beni ittirmeye çalıştı. Bir terslik vardı. Nesli’ nin en bayıldığı hareketti oysa birinin ona sarılması. Sıkıca sardım ve bağrıma çektim. Bir süre debelendikten sonra gevşedi. Hıçkırarak ağlamaya başladı. Kıkırdamalarını bildiğim Neslişah, ağlıyordu. Uzun bir süre ağladı. Anlam verememiştim. Kaçırdığım bir olay mı olmuştu? Sakinleşmesini bekledim bir süre. Sakinleşince;

“ Neyin var Neslişah? Kim üzdü seni? Anlatmak ister misin?”

“ Çok üzgünüm Sevda abla. Ağabeyimi öldürmüşler. Kime ne yapmış olabilir ki benim ağabeyim?”

“ Ne ? Sahi mi bu söylediklerin. Bir yanlışlık olmasın. Haydi, gel eve götüreyim seni. “

Koluna girerek, evlerine gittik. Kalabalık bir insan topluluğu evin girişinde toplanmıştı. İçeri girdik. Esma teyze, kendini bilmez bir halde yatıyordu. Bir köşeye oturduk beraberce. Ona sarıldım, bırakmadım.

Ertesi gün cenaze defnedildi. Bütün mahalleli yastaydık Esma teyze kendine gelememişti. Mustafa amca daha da kötü durumdaydı. Mezuniyetine bir yıl kalmıştı Atilla’nın. Mezun olabilseydi eğer Avukat olacaktı. Sokakta çıkan silahlı bir çatışmada ölmüştü. Olmaması gereken bir zamanda, olmaması gereken bir yerden tesadüfen geçerken, kahpe bir kurşun, onu hayattan koparmıştı. O günden sonra Neslişah’ ı daha az görür olduk. Kıkırdamalarına da şahit olmadık bir daha. O olay beni hayallerimi de alıp götürdü. Sınava girmiş, iyi bir puan almıştım. Tercih yapmış, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini kazanmıştım. Çalışmamın karşılığını almıştım. Öyle sanıyordum. Babam ve annem, beni kaybetme korkusuyla kabul etmediler. Gidemedim.

Hayallere engel yoktur. Aileme anne olunca hak verdim. Haklıydılar. Çok zor günler geçirmiştik. Liseden sonra açılan memur sınavlarında başarılı olarak memur oldum. Açık öğretim fakültesi İktisat Fakültesini bitirdim. Şimdilerde şube müdürü olarak çalışıyorum. İki çocuğumla mutluyum. Neslişah’ ı mahalleye gittiğimde görüyorum. Yaralarını sardılar. Annesi ile birlikte yaşıyor. Babasını iki yıl önce kaybetti. Dedim ya biz zor zamanların, yokluğun çocuklarıydık. Hayat…