Gurbet, insanı hem büyüten hem de hüzünlendiren bir yolculuktur. Yeni bir yerde var olmaya çalışırken, insan kimi zaman köklerinden kopmuş gibi hissedebilir. Ancak kaybolmamak için yapmamız gereken şey, geçmişimizi ve değerlerimizi yanımızda taşımaktır. Kendini taşıyabilenler kaybolmaz.
Gurbet, insanı hüzün, yalnızlık ve aidiyetsizlikle de sınar. Gurbet acı çektirmeden yaşatmaz. Bu yüzden, insanın kendine sıkı sıkıya sarılması gerekir. Dilini, kültürünü, geleneklerini yaşatmak, gurbet elde sağlam bir zeminde durmayı sağlar. İnsan, nerede olursa olsun, içindeki “memleket” duygusunu kaybetmediği sürece asla kaybolmaz.
Aynı zamanda, gurbet bir öğrenme alanıdır. Yeni kültürleri tanırken, kendi kimliğimizin değerini daha iyi anlarız. Gurbet, İyi ve kötü yönlerimizi daha iyi değerlendirmeyi öğretir. Önemli olan, bu iki dünyanın arasında bir köprü kurabilmektir: Hem geldiğimiz yeri unutmadan hem de gurbette öğrendiklerimizi içselleştirerek.
Kaybolmamak için en büyük dayanak, sevgiyle bağ kurduğumuz insanlardır. Gurbetin yalnızlığına karşı dostluklar kurmak, aile bağlarını güçlü tutmak, insana güç verir. Böylece gurbet, bir kaybolma değil, bir zenginleşme hikâyesine dönüşür. Çünkü insan, köklerinden beslenmeye devam ettiği sürece her yerde filizlenebilir.
Gurbetçiler, köklerini unutmadan Avrupa’da kök salmış ve hem kendi kültürlerini orada yaşatmış hem de Türkiye ile olan bağlarını güçlendirmiştir. Bir milli maçta on binlerce Türk’ün milli takımı desteklemesi, Avrupa’daki Türk kültürünün görünür olduğu bayramlar, iş alanlarındaki başarılar ve özellikle memlekete yönelik yardımları bu “filizlenmenin” en somut göstergeleridir. Yaz tatillerinde memlekete olan akın, hem özlemin hem de bağların kopmadığının bir ifadesi. Bu dengeyi koruyabilmek, gurbetçilerimizin hem Avrupa’da hem Türkiye’de değer üretmeye devam etmesi oldukça etkileyici bir hikâye.