Türk milliyetçiliği terimi Doğu ve Batı dünyasındaki milliyetçilik anlayışlarından gerek tarihî süreç gerekse medeniyet anlayışı bakımından çok farklıdır. Türk milliyetçiliğinin dayandığı temel gerçek Türk milletidir. Buna göre Türk milliyetçiliği, en kısa tanımıyla, Türk milletini sevmek ve ona bağlılık duymak demektir. Bir şeyi sevmek de ona karşı sorumluluk şuuru taşımak anlamına gelir. O halde Türk milliyetçiliği, Türk milletini sevmek, ona bağlılık duymak ve onu yüceltmek ülküsüdür. Bu da Türk milliyetçiliği teriminin düşmanlık ve nefretten beslenen dar bir alan ve anlayışa sahip olmadığını bilakis Türk milliyetçiliğinin temelinin sevgi olduğunu göstermektedir. Türk milliyetçiliği, Türk milletini “sevmek, yükseltmek ve yüceltmek” kavramlarında çok yalın, samimi ve açık bir şekilde ifade edildiği gibi, millî Türk varlığına bağlılık duymak ve varlığını ebed müddet devam ettirmek anlamına gelir. Bu sebeple Türk milliyetçilerine düşman olanların iftiralarında olduğu gibi soykırım, ırkçılık, üstün ırk, ötekileştirme, yok ederek var olmak gibi insan onuruyla hiçbir şekilde bağdaşmayan ilkel davranış biçimleri, Türk milliyetçiliği içinde hiçbir zaman yer almamıştır. Bu milliyetçilik anlayışı saygıdeğer olmakla beraber, kendi milletini sevmek ve yükseltmek ülküsüne bağlı olarak Türk milliyetçilerine büyük bir milletin saygın mensupları olarak sorumluluk şuuru verdiğini gözden kaçırmamak gerekir.

Türk milliyetçiliğinin ilk şartı Türk milletini sevmektir. Türk milliyetçisi önce Türk milletini sevecek, ona mensubiyet hissedecek ve bunlara bağlı olarak sorumluluk şuuru kazanacak. Milletini sevmeyen doğal olarak milletine karşı bir sorumluluk şuuru da hissetmez. Hâlbuki milleti için kaygı besleyen, hassasiyet gösteren ve milletinin üzerine titreyen Türk milliyetçileri, Türk milletine sorumluluk şuuru ile bağlıdır. Türk milliyetçiliği insanı bencillik, enaniyet ve ilkesizlikten koruyup ferdin toplumsal beraberliğe katılmasını, millî kimlik ve kişiliğini kazanmasını, Türk milletinin diğer fertleriyle ortak bir ülkü bilinci edinmesini ve Türk milleti için sorumluluk şuuruna sahip olmasını sağlayan bir güçtür. Sosyalleşmiş, kişilikli ve sorumluluk sahibi insanlardan müteşekkil bir toplum, alicenap bir millet olma özelliği gösterir. Türk milletinin yükselmesi, Türk milliyetçilerinin sorumluluk şuuruna bağlıdır. Türk milliyetçiliği, Türk milletinin evlatlarını sorumluluk sahibi yapar. Türk milliyetçileri sadece kendileri için değil, aynı zamanda mensubu olduğu Türk milleti ve onun millî ülküsü için de sorumluluk şuuruna sahiplerdir. “Türk milliyetçiliği” taşınması ağır bir o kadar da çok şerefli bir sorumluluktur. Türk milliyetçiliği sadece heyecan, coşku veya duygudan ibaret değildir. Elbette milliyetçiliğin coşkulu, duygulu ve heyecanlı tarafı da vardır ve bu millî duyguyu oluşturur. Milletimizde çok güçlü bir millî duygu var. Ancak Türk milliyetçiliğinin asıl anlam ve önemi sorumluluk şuurunda saklıdır. Bir insan “Türk milliyetçisiyim” dediği andan itibaren binlerce yıllık tarihine, geleceğine, kültürüne, milletine ve atalarına karşı sorumlu olduğunu bilmelidir. Gerek sözlerini gerek davranışlarını bu sorumluluk şuuru içinde yönlendirirler. Türk milliyetçiliği, hem ferdi ve millî sorumluluk kazanma açısından kuvvetli bir kaynak hem de büyük tehlikeler karşısında onurlu bir duruştur. Millî ülkü gibi bir gelecek tasavvurunun varlığı da bu milliyetçi sorumluluğunun oluşmasında önemli bir role sahiptir.

Sorumluluk şuuru ahlakî bir davranış biçimidir ve millî ülküye ulaşmak için bu ahlakî duruşu her alanda sürdürmeyi gerektirir. Çünkü Türk milliyetçilerinin millî ülküler etrafında sorumluluk şuuruyla kenetlenerek mücadele sürdürmesi, Türk milletinin geleceğini inşa edecektir. Bu mücadelede her Türk milliyetçisi sorumluluk sahibidir. Türk milliyetçileri için sorumluluk şuuru asla bir ihtiras ve menfaat meselesi değildir. Bilakis, nefsini çiğneyerek gösterilen bir fedakârlık ve çile meselesidir. Türk milliyetçileri kendi rahatını, huzurunu ve mutluluğunu değil, Türk milletinin ikbal ve istikbalini düşünür. Aynı şekilde kendi üzüntü ve sıkıntısını, milletinin menfaati ve geleceği için arkaya atmasını bilir. Buna tarihimizden güzel bir misal vermek yerinde olacaktır. Bilge Kağan’ın kardeşi Köl Tigin 731 yılında bir savaş sırasında öldü. Bilge Kağan, kardeşi adına diktirdiği anıtta şöyle diyor:

Küçük kardeşim Köl Tigin vefat etti. Kendim düşünceye daldım. Görür gözüm görmez gibi, bilir aklım bilmez gibi oldu. Kendim düşünceye daldım. Zamanı Tanrı yaşar, insan oğlu hep ölmek için türemiş, öyle düşünceye daldım. Gözden yaş gelse mani olarak, gönülden ağlamak gelse geri çevirerek düşünceye daldım. İki şadın ve küçük kardeş yeğenimin, oğlumun, beylerimin, milletimin gözü kaşı kötü olacak deyip düşünceye daldım.” (Köl Tigin Anıtı, Kuzey Cephesi)

Bilge Kağan, Türk milletine karşı sorumlu bir hükümdar ve komutandır. Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye gece uyumadan, gündüz oturmadan kardeşi Köl Tigin ile birlikte çalışmış, Türk milletinin iline ve töresine sahip çıkmış, fakir milleti zengin kılıp müreffeh hâle getirmiştir. Dünyada en sevdiği insanın, kardeşinin ölümü karşısında “görür gözü görmez, bilir aklı bilmez” gibi olmuş, ağlamak, feryat etmek istemiş ancak bunu yapamamıştır. Çünkü o feryat edip gözyaşı akıtırsa milleti de üzülecektir. Bu sebeple gözyaşlarının akmasına engel olmuş, feryatlarını geri çevirmiştir. Bilge Kağan’ın akıtamadığı gözyaşlarında Türk milletine karşı taşıdığı sorumluluk şuuru vardır. Bilge Kağan’ın sözleri ve içinde bulunduğu trajik ruh hâli, bize “Türk milletinin üzerine titremenin” ne demek olduğunu hatırlatıyor. Türk milliyetçiliği, Türk milletinin birlik ve beraberliğine çok önem verir. Kişiyi “ben” duygusundan alıp “biz” duygusunda birleştirir. Kişilerin şahsiyetine ve hürriyetine son derece önem verir ancak bencilliğe, şahsî çıkarcılığa ve menfaatçiliğe izin vermez. Bunu sorumluluk şuuru olarak kabul etmez. Türk milliyetçilerinin en güçlü tarafı burasıdır. Çünkü Türk milliyetçileri yeri geldiğinde bayrağı, vatanı, bağımsızlığı ve milleti için canını feda etmesini bilir. Türk milliyetçileri tarih boyunca bu “fedakâr” vasfını korumuş ve defalarca göstermiştir. Dolayısıyla Türk milliyetçiliği insana Türk milletinin bir mensubu olma bilinciyle en üst düzeyde sorumluluk şuuru kazandırır. Kişi başta canı olmak üzere kendi varlığına ait ne varsa milletine adamaya hazır olabilir. Bu bilinci de sorumluluk şuuruyla elde edebilir. Bütün milletler, millî menfaatler uğrunda fedakârlık yapabilen kişileri tazim eder ve onun millet yolunda yaptığı fedakârlıkları unutmaz. Türk milliyetçileri de bu bağlamda Türk milletinin gönlünde mümtaz ve müstesna bir yere sahiptir. İhtiyaç duyulduğu her an, Hızır gibi Türk milletinin yardımına koşan, bütün maddî ve manevî varlığıyla Türk milletinin tarafında olan ve onun için her türlü fedakârlığı yapan Türk milliyetçileri, Türk’ün karşısında kim varsa onunla mücadele eder. Milletini canından, gençliğinden, geleceğinden önde gören bir hareketin mensuplarının her şeyini Türk milleti uğrunda feda etmesinden daha doğal ne olabilir? Türk milliyetçileri “Biz bu vatanı karşılıksız sevdik” derler. Yani ne verdiğini ne de yaptığını karşılıksız, zerre miktar menfaat gözetmeden yapar. Şan, şöhret, mevki ve makamla hiçbir menfaati olmayan nice ülkü erleri vardır. Türk milliyetçileri şahsî zevk, heves ve hırslarını terk edenlerdir. Türk milliyetçilerinin rüyasında yumuşak döşeklerde rahat uyumak, bir eli yağda bir eli balda zevküsefa sürmek yoktur. Çünkü milliyetçi hayat ve davranış tarzı, menfaatperest ve eyyamcı değildir. Türk milletinin hassasiyetlerini taşır ve onun millî varlığı için mücadele eder. Doğrudan Türk milletinin varlığına ve birliğine yapılan saldırılar karşısında “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” demez, “Yılanın başını ezeceğim.” der. En vahim manzaralar karşısında bile gözlerini millete kapayan, sanki hiçbir şey yokmuşçasına kendi hayatını devam ettirmenin derdini yaşayan, şahsî menfaatleri dışında bir şey düşünmeyen kişiler “Neme lazım başkası düşünsün. Dünyayı ben mi değiştireceğim?” diye sorarlar. Ancak Türk milliyetçileri dünyayı değiştirecek kuvvet ve kudrete sahip olduklarını bilirler. Milletin kaderi mevzubahis olduğunda kendi köşelerine çekilip beklemezler. Türk milletinin en karanlık zamanlarında “Sahipsiz olan memleketin batması haktır/Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.” düsturuyla ortaya çıkarlar ve bir an olsun korku duymadan “Biz bu vatana sahibiz, bu vatan batmayacaktır” derler. Türk tarihi Türk’ün fedakârlık misalleriyle doludur. O fedakârlık ki, 40 yiğidiyle Çin Sarayını basan Kür Şad’dan, millî mücadeleyi başlatıp Türk milletini istiklaline kavuşturan Gazi Mustafa Kemal’e kadar Türk tarihinin en büyük fedakârlık ve kahramanlık timsallerini yetiştirmiştir. O fedakârlık ki, Ruhi Kılıçkıran’dan Fırat Yılmaz Çakıroğlu’na kadar sancağı yere düşürmeyen iman ve fazilet abidesi Ülkü şehitleriyle mukaddes bir davanın ruhunu diriltmiştir.

Başbuğ Alparslan Türkeş “Bizim yolumuz dikenlidir. Ayağını seven gelmesin.” demiştir. Aslında bu veciz söz, Türk milliyetçilerinin sorumluluk şuurunu en güzel şekilde anlatır. Türk milliyetçileri bu dikenli yolu, kendini tatmin etmek veya menfaat sağlamak için seçmemiştir. Türk milliyetçilerinin yolu zorlu olduğu kadar gönüllü bir yoldur. Bu bakımdan Türk milliyetçileri “bir güzel ülkü uğruna” hayatı boyunca iman, azim ve kararlılıkla çalışmayı, ülküye varmak için bu dikenli yolda yürümeyi, bu yolda yürürken bir an olsun kendi canını ve nefsini düşünmemeyi seçmişlerdir. Türk milliyetçileri, bu yolda atacağı her adımın, yapacağı her hareketin önünü arkasını bilmeli, aldığı her vazifeyi “vicdan huzuru” ile yerine getirmelidir. Çünkü Türk milliyetçileri sadece kendisine karşı sorumlu değildir. Türk milliyetçileri, Türk milletini temsil eder. Türk milletinin değerlerini muhafaza ederek geliştirmeyi gaye edinen Türk milliyetçileri, Türklük uğrunda yıllardan beri mücadele etmektedirler. Türk Devletini yıkılmak tehlikesinden, Türk milletini bölünmek tehdidinden korumak için beş bin şehit veren hareket bu harekettir. Millî Türk varlığına, Türk kültürüne, Türk töresine, iman ve ahlaka sahip çıkan hareket bu harekettir. Türk milletini yükseltmek ve yüceltmek ülküsüne sahip olan hareket bu harekettir. Türk milliyetçileri bu yolda her türlü sorumluluğu ve hatta canını feda etmeyi göze almışlar, bu sebeple onlara “Ülkücü” denmiştir. Millî ülküye varmak gayesiyle, bir an olsun yorulmadan, bir an olsun bıkmadan erdem ve cesaretle, maddî manevî bütün varlığı dâhil olmak üzere fedakârca bu dikenli yolda yürüyenler Ülkücülerdir. Ülkücüler için dünyevî amaçların, makam, mevki, şan ve şöhret gibi şahsî çıkarların, ucuz siyasî tartışmaların, ikbal ve istikbal hırsının, gelip geçici arzu ve isteklerin hiçbiri millî ülküden üstün değildir. Çünkü Ülkücüler sorumluluk şuurundan uzak bir şekilde dünyevî hesaplarla ya da şahsî çıkar düşüncesiyle hareket etmezler. Ülkücüler bugüne kadar nice tuzakları nice oyunları işte bu sorumluluk şuuru ve ahlakî erdemle bozmuşlar; mahkemelere, işkencelere, idam sehpalarına rağmen en çetin kuşatmaları emsalsiz imanları ve inançlarıyla bertaraf etmişlerdir.

Bütün bu anlattıklarımızdan sonra şu soruyu sorabiliriz: Zamanında Ülkücü mücadelenin içinde bulunmuş olsa bile dünyevî hırsları ve siyasî menfaatleri uğruna bugün Türk milliyetçilerinin son siperi MHP’ye ve Ülkü Ocaklarına saldıran bölücülerle, onların destekçileri ve “yoldaşlarıyla” aynı ekranları, aynı gazeteleri paylaşan ve propagandalarıyla onlara destek olan “eski” sıfatlıların bu sorumluluk şuurunu taşıdığı söylenebilir mi?