Kendim defalarca gittiğim, vatani görevimi yaptığım Çanakkale’ye bir hafta sonu mutlaka görmeli diye eşimi getirdim. 2 gün şehitlikleri gezip kahraman şehit ve gazilerimizin aziz hatırası önünde saygıyla eğildikten sonra geri dönmeden bize kalacak yer ve rehber ayarlayan Süleyman abiyi Bigalı köyünde ziyaret etmemek olmazdı.

Bigalı, artık genç nüfusun yaşamadığı restore edilmiş küçük bir köy, özelliği ise Atatürk’ün savaş zamanı ikamet ettiği ev olması, Süleyman abinin de tam karşısında çay tost yapıp sattığı köy evinden derleme iş yeri var, ulaşım sadece özel araç ile.

Çaylarımızı içip sohbet ederken duvarı kaplayan fotoğrafa gözüm takıldı, deniz ve sahil vardı ama güneydekilere benzemiyordu, sordum Rize dedi…

İyi de Bir Çanakkale köylüsünün duvarında kocaman Rize fotoğrafı niye vardı?

*

Tarih 10 ağustos 1919, gün ağarmadan az önce, hava zifiri karanlık, küçük bir tepenin ardında Anzak ve İngiliz askerleri diğer tarafında Kahraman Mehmetçik, aralarındaki mesafe 10 metre…

Mustafa Kemal, Esat ve Fevzi paşaların itirazına rağmen mesuliyet alarak askerinden mermiyi alıp tüfeklerine süngü (bıçak) taktırdı.

Ay haziran ama hava buz gibi soğuk, kurşun kadar ağır, ölüm tam karşılarında ama askerimizde bir anlık tereddüt bile yok, Mustafa Kemalin gözlerine bakıyorlar…

Düşman sondan bir önceki mevzide, son mevzi ile artık Çanakkale’nin ışıklarını görüp durdurulamayacaklar, arkalarında Anzak koyunda bekleyen dünyanın en büyük ve toplarıyla ölüm kusan gemileri bekliyor, mermi kullanılsa sahildeki gemiler ve alt mevzilerdeki düşman askerleri uyanıp Mehmetçiğimizi orada boğacak, onun için süngü taktırdı paşa, gün ağarmadan siperler basılıp işgal püskürtülecekti ya da püskürtülecekti başka alternatif yoktu bir milletin istiklali, istikbali kalbi işte tamda o küçük tepenin üzerinde atıyordu.

Paşa’nın emriyle Kahraman Mehmetçik taarruza geçti, ilk mevziiyi ne olduğunu anlamadan süngüden geçirdi, sonra diğer mevzilere adeta uçarak atlıyordu Mehmetçik mermiye karşı göğsünü siper ederek ilerliyordu, tek mermisi bile yokken düşmana toparlanacak zaman tanımadı.

Çanakkale savaşlarının en kanlı taarruzu yaşanıyordu, saatler içinde binlerce Mehmetçik toprağın kara bağrına bir daha kalkmamak üzere düştü, işte onlardan biri de Süleyman ağabeyin dedesiydi, kardeşi ile birlikte savaşırken ağır yaralandı, vatan aşkına ağabeyine bakamadı bile kardeşi, durmadı mevziden mevziiye atlayıp savaşmaya devam etti.

Çanakkale’de şehitlerimiz mevsimin yaz olmasından dolayı maalesef kayıt altına alınamadan toplu mezarlara defnedildi. Hangi yaralının hangi seyyar çadır hastanesine getirildiği bile belli değildi.

Ağabeyini bir müddet arayıp sonuç alamayınca memleketi Rize döndü kardeşi. Anadolu’nun cefakar kadını durumu kabullenemedi, yiğidi aslanı evinin direği Çanakkale’de mezarsız yatarken uyku girmedi Rize’de gözüne. Yol yok araç yok demedi bir sabah topladı bohçasını, aldı çocuklarını yanına düştü yollara.

Yalnız bırakmadı kaynı ve kardeşi, binlerce kilometreyi aşıp vardılar Çanakkale Bigalı köyüne. Yıllarca eşini aradı, bir mezar taşı olsun rahat uyusun dedi ama bulamadı.

Teknoloji gelişip DNA testleri ile sonuç alınmaya başlayınca 2010 lara doğru bulundu mezarı. “Dur yolcu” yazısın hemen yakınında toplu mezardan çıkartılıp kutsal kemikleri ebedi istirahatgahına defnedildi.

Aradan uzun yıllar geçmiş köyü, benimsediği Gelibolu Bigalı olmuştu Süleyman ağabeyin. Edindikleri köy evinde çay tost yaparak geçimini sağlıyordu.

Girerken gayri ihtiyari okuduğum iş yeri isminin neden BABA OCAĞI olduğunu çıkarken daha iyi anladım.

18 Mart Çanakkale deniz zaferimiz kutlu olsun, bu toprakları bizlere vatan bırakan şehitlerimize Allah layık olmayı nasip etsin…

Hasan Perçin

[email protected]