İletişim denen olgu, insana dair! Ve de insanlar arası bir eylem. İletişimin gerçekleşmesi için, bir alıcı ve bir de verici olmalı denir ya; bence o tam olarak öyle değil. İletişimin olabilmesi için iyi bir dinleyen ve iyi bir anlayan olması şart. Yoksa derdini anlatmanın ne değeri olur ki!

Yeryüzü var olduğundan bu yana insanoğlunun en büyük derdi “kendini karşısındakine tam olarak anlatamaması”dır. Hepimiz bundan muzdarip değil miyiz zaten?

Derdini aynaya ya da suya derler, halbuki insanın bir ağaca ya da bir objeye derdini anlatması maalesef duygusal tatmin açısından yeterli bir iletişim şekli değildir. Bireyin kendisini dinletme çabası onaylanma ihtiyacından meydana gelir.

Literatüre baktığımızda daha güzel konuşmaya dair birçok çalışma, eğitim ve araştırma söz konusu ancak nasıl daha iyi bir dinleyici olunur konusuna dair çok fazla bir çalışmaya rastlamak mümkün değil.

Şaşırtıcı ama gerçek.

Karşınızda iyi bir dinleyici yoksa, diksiyon dersleri alsanız ne fayda!

Ruhsal olgunluk belirtilerinden bir tanesi bireyin karşısındakini odaklanarak dinleyebilmesidir. Ne yazık ki bizler birbirimizi anlamıyoruz, çünkü dinlemiyoruz.

Hakikaten insanlar arası iletişimin kaliteli olması açısından dinlemenin önemli bir yeri var.

Kişiler arası iletişime baktığımızda bunu ölçütlendirmek gerekirse %100'lük bir iletişim söz konusu olduğunda kişinin %60'ını dinleyip %40'ını konuşması sağlıklı bir iletişim olarak tanımlanmaktadır.

Genelde torun sahibi kişilerin ebeveynlik dönemlerine kıyasla daha iyi dinleyiciler olduklarını görüyoruz. Halbuki çocukların büyüme çağında en çok ihtiyaç duyduğu şey, kendisini candan dinleyen ebeveynlere sahip olmak iken, bizler nasıl bir karmaşa içinde oluyoruz ki birbirimizi dinlemeyi unutuyoruz.

Bilmem hiç dikkatinizi çekti mi; özellikle 7 yaş altı çocuklar size bir şey anlatırken eğer onlara doğru bakmıyorsanız, özellikle de gözlerinin içine bakmıyorsanız her iki elleriyle sizin yüzünüzü avuçlarının içine alırlar ve kendilerine çevirirler. Bu “dinler misin beni bi” demenin en masum şeklidir.

Öte yandan çocuk hoşlanmadığı bir konudan bahsediliyorsa gözünü kaçırma veya kaçınma eğilimi gösterir ve buna bağlı olarak arkasını döner, farklı bir şeyle ilgileniyormuş gibi yapar. 

Peki dinlemek neden bu kadar zor? 

Neden olacak, çok yoğunuz! Öyle değil mi? Hep bir şeylere yetişmeye çalışıyoruz, zamanımız kısıtlı, sürekli acelemiz var ve sürekli bir telaş içerisindeyiz. 

Bir diğer soru ise şu; sağlıklı  bir şekilde birbirini dinlemenin faydası nedir, bunu neden yapmalıyız? Konuşalım, söyleyelim gitsin, alan istediği gibi alsın.  

Yapmalıyız çünkü, birbirimizi dinlemediğimiz zaman gündelik yaşam içerisindeki sorunlar, ifadeler birikmeye başlar. Ruhsal açıdan içeride biriken enerjinin olumsuz etkileri ise zamanla davranışa dökülür, işte bu yüzden.


 

Tabii insan doğası gereği konuşmaya eğilimlidir, yani içimizden gelen eylem aslında konuşmaktır

Bu kadar çok konuşmak isterken dinlemeye çalışmak en zoru..

Hepimiz birer psikolog değiliz evet ancak, karşımızdaki kişinin söylemek isteyip de söyleyemediği, lafı dolandırdığı anlarda nasıl  davranmamız gerektiği konusunu dert edinmek lazım.


 

Birbirini dinlemek bir tanıklık sürecidir. Siz karşınızdaki bireyi dinlerken aynı zamanda onun var olma çabasına ve kendi varlığını ortaya koymasına da yardımcı olmuş oluyorsunuz. Seni anlıyorum demenin yolu, fikirlere saygı duymaktan ve dinlemekten geçer.

Ve gözler! Konuşurken karşınızdakinin gözlerine bakın, gözler yalan söylemez.

Gözler kalbin aynasıdır sözü boşuna söylenmemiştir, çünkü onlar ruhun dışa yansımasıdır adeta. Söz göze söylenir derken aslında bu kast edilmektedir. Ne çok şey anlatır gözler, sussak da onlar konuşur daima.

Gelin size bir sır vereyim, kalp ve vicdan, akıl ve mantıktan önce gelir. Konuşurken karşınızdakinin kalbine ve vicdanına seslendiğinizden emin olun, böylece kendinizi anlatmanız da kolaylaşacaktır.