Günümüz toplumları olarak artık nesnelerin, mal ve hizmetlerin çoğalması sonucunda tüketim ve bolluk toplumu haline geldik.

Kelimenin tam anlamıyla tüketim nesneleriyle çepeçevre kuşatılmış durumdayız.

Her yeni gün gönüllü inananlar olarak kandırılıyoruz!

Asla şikayet etmiyoruz.

Öyle alıştık ki alışveriş gerekli gereksiz, günlük rutinimiz olmuş.

Son yıllarda televizyon ve sosyal medya aracılığıyla her şey adeta gösteriye, daha doğrusu gösterişe dönüştü.

Yemekteyiz, gelin evi, işte benim stilim..

İsimleri bile pazarlama malzemesi olan bu programlar gibi, sosyal medyada da sahte hayatlar izliyoruz.

Yaşadığımız hayatta alma-verme dengesi diye bir şey var, evet!

Paranın henüz icat edilmediği dönemler de bile insanlar arası alış veriş vardı. Hatta bu alışverişler takas yoluyla yapılırdı di mi? Dedelerimiz ninelerimiz anlatırlar her fırsatta.

Peki tüketim olgusu bir ihtiyaç mı, yoksa ihtiyaçtan öte bir şey mi ?

Üretimin olmadığı günümüz modern dünyasında, hafta arası kazandığını hafta sonu harcayan tüketici bireylerin sayısı gün geçtikçe artıyor.

Pazar günleri her yerde AVM tipi aileleri görmek mümkün.

Metropollerin olmadığı çağlarda kullanılan nesnelerin sayıca azlığı sadece hane halkına yetecek kadar, basit ve pratik olması inanılır gibi değil!

O dönemlere ait elde edilen bulgularda nesnelerin yalnızca “kullanım değeri”ne sahip olduğu ve ihtiyaç dışı hiçbir şeyin hanede bulundurulmadığını biliyoruz.

Rahmetli babam anlatırdı; bayramlarda mevlütlerde herkes kaşığını yanında götürürdü, çünkü yoktu bir fazlası, yoktu!

Günümüz toplumsal yapısı ne yazık ki hep daha fazlasına odaklı.

Market alışverişi küçücük, oyun çağındaki çocukların bile günlük eğlencesi.

Paranın ne işe yaradığını biliyor; yürümeyi bilmeyen çocuklar!

Sonuç?

Özümüzden uzaklaştıkça tüketici bireylere evrildik resmen.

Gel gör ki sizi her an alışverişe davet eden o süpermarketlerde mahalle bakkalının samimiyetinden eser yok.

Asıl sorulması gereken soru; nedir bizleri bu kadar tüketime yönelten şey?

Onda var, bende de olsun..

Yok yok bu yetmez, daha iyisi olsun..

Olur mu canım, şimdi onun çok fonksiyonlusu çıktı, ondan alalım..

Daha daha daha..

Modern hayatın ışıltılı ve büyülü atmosferine eklemlenen unsurların varlığı bireyleri simüle ederken tüketim nesnelerine yöneliminde de büyük rol oynuyor maalesef.

Artık daha şık ve daha markayız!

Hiçbir şeyin anlamı kalmadı, herkes sahnede ve bir gösterinin parçası adeta.

Konunun perde arkasını pek de merak eden yok.

Zaten her şeyin muadili var; Çin sağolsun!

Bizler yeni çıkan her ürünü alabilmenin sarhoşluğunu tadarken (!) üretimi elinde bulunduran ülkeler üretim devi konumuna geldiler ki bu da; 1500’lerden yani Sanayi Devriminden çok daha öncelerden itibaren uluslar arası ticaretin yaygınlaşmasını rol oynamak anlamına geliyor.

Asıl önlenemez olan kilometrelerce uzakta üretilen bir ürüne sahip olmanın tüketici açısından imkansız olmaktan çıkması!

Bu durumda dünya pazarını yönlendiren büyük şirketlerin varlığının ön plana çıkması, örgütsel ilişkilerin formelleşmesi, iletişim ve ulaşım ağlarının teknolojik gelişimi, tüketim olgusunu her geçen gün biraz daha beslemektedir.

Bu hareketlilik içerisinde bireyin toplumsal konumunun belirlenmesi ve davranışsal açıdan tüketim faaliyetinin altında yatan sebeplerin ortaya çıkarılması, üzerinde düşünülmesi gereken en önemli konulardan birisi.

Nitekim üretici olmayan ve sadece ithal edilen ürünleri tüketen toplumların yeniden üretime geçmeye teşvik edilmesi dünya üzerinde hemen her ülkenin istihdam açığını da ortadan kaldırmaya yönelik olumlu bir adım olabilir, kim bilir!

Unutmamalıyız ki bizler; sistem gözümüzü boyarken gösterinin parçası olan tüketim nesnelerine yöneldikçe, tüketim de bir var olma modu haline dönüşüyor maalesef.

Elindeki biraz eskiyince hemen yerine yenisini almak sadece tüketim döngüsünü devam ettirmiyor, aynı zamanda bireyi doymak bilmeyen, sahte mutluluklara bağımlı bir hale getiriyor, hepsi bu!