Bir vakitler okumuş, hafıza dağarcığıma koymuş, hem bilgi hem pay, hem de hisse sahibi olmuştum.

Yeri yurdu belli değil bir yerlerde, Hatem-i Tai adında cömertliği, mertliği dillere destan bir adam varmış.

Görenler, bu adamın cömertliğini, mertliğini anlatmaya kâğıt da yetmez, mürekkepte diye konuşurlarmış.

Sofrasından kimseyi eksik etmez, alim, berduş, zengin, çulsuz kim olursa olsun kapısına geleni boş çevirmezmiş.

Hatem ismi dilden dile dolaşır, konuşulur, el açıklığı dünyaları aşarmış.

Bir de atı varmış Hatem’i Tai’nin. Atı, yelesiyle fil taşır, üzerine üç süvari binse, diğer atlar peşinden nal toplarmış..

Hele bir rengi varmış ki; gecenin zifiri karanlığı, atın o simsiyah rengini kıskanır, gün ışısın diye dua edermiş.

Hatem, Hatem olur, at at olur da kıskananı, haset edeni olmaz mı?

Hatem’iyi de, atını da, şehzadeler, sultanlar kıskanırlar haset ederlermiş.

Hint’ten Frenk ellerine kadar her meclisin konusu Hatem’in cömertliği ve dillere destan atı imiş.

Hatem’in atı ve cömertliği anlatılınca sultanlardan bir sultanın içine bir haset ateşi düşmüş..

Mevzu sultan, işten anlar bir vezirini çağırtıp,

  • Bana memleketin en namlı hırsızını bulasın demiş.

Vezir aramış taramış, Tarvus denir bir hırsızı bulmuş getirmiş.

Tarvus, sarayın büyük salonunda icra-ı sanat eyleyip hırsızlık konusundaki maharetlerini sergilemiş.

O sultan,

  • Bana Hatem’in atını çalacaksın. Çalabilirsen bin altın, on cariye ve bir konak veririm sana. Çalamazsan kellenin bedeninden ayrıldığı gündür.”

Altının, cariyenin, konağın hayalini kuran Tarvus düşmüş yola.

Epey gün yürüyüp ulaşmış Hatem’in konağının olduğu vadiye vardığında bir boran, bir fırtına ki gözün gözü görmesi mümkün değil..

  • Amandır, dönsem” demiş Tarvus ama dönmenin de imkânı yok, donacak.

Çaresiz, Hatem’in konağına zor bela varmış, çalmış kapıyı.

Hizmetçiler hemen içeri almış Tarvus’u ve Hatem’i de haberdar etmişler.

Hatem, rüzgârdan ölmeye ramak kalmış Tarvus’u kar getirip elleriyle ovmuş, ateşi yavaş yavaş harlatmış.

Tarvus az dinlenip sıcak odada kendine gelince mırıldanmış,

  • Hele canımızı bir kurtaralım da sabah olunca atı da çalar kaçarım diye düşünerek kaz tüyünden doldurulmuş misafir yatağında azıcık kestirmiş..

Bir vakit, cariye kapı arkasından..

  • Hatem efendimiz sizi yemeğe bekliyor diye seslenmiş.

Tarvus sofraya bakmış ki; kuşun sütü de eksik değil.

Hele ortada bir kebap var ki rengi nar, kokusu misk-i amber. Tarvus, kurdun kuzuya saldırdığı gibi saldırmış, hele kebabı yedikçe yüzüne kan, ruhsarına renk gelmiş.

O gece Hatem, Tarvus’a, altın vermiş, elbise vermiş, hançer vermiş, her türlü ikramı eksik etmemiş.

Tarvus, hiçbir karşılık beklemeden kendisine izzeti ikram gösteren bu adama hayran olmuş.

  • Sonu kelleyi vermek de olsa bu adamın atı çalınmaz demiş.

Sonunda cesaretini toplayıp

  • Bağışla beni cömert Hatem.. Ben namlı bir hırsızım. Dillere destan olan atını çalıp sultana götürmekle görevliydim. Lakin bana öyle iyi davrandın ki sana bu kötülüğü etmek içimden gelmedi.
  • Yarın sabah sultanın huzuruna çıkıp kellemi teslim edeceğim.

Hatem çok üzülmüş Tarvus’un sözlerine.

  • Niyetinin bu olduğunu bilseydim vallahi atımı kestirip kebap yaptırmazdım. Sana hediye ederdim de sultana verip canını kurtarırdın.

Anlamadım” demiş Tarvus.

Hatem cevap vermiş:

  • Bu akşam hava bozuk olunca misafir gelmeyeceğini tahmin etmiştik. Dolayısıyla yemekten yana bir hazırlığımız yoktu.
  • Fakat sen Tanrı misafiri olarak çıkıp gelince bir hazırlık yapmamız icap etti. Ahırlarımız konağa uzaktır. Burada da sadece benim atım vardı. Misafirimize layıkıyla ikram edelim diye atı kestim de kebap ettim. Asıl sen beni bağışla. Dileğinin atımı almak olduğunu bilseydim sana onu hediye etmekten memnun olurdum.
  • Yarın sabah ben sana atımın biricik tayını vereyim. Sen de tayı sultana götürüp de ki at ölmüş, ama ben sana tayını çaldım. Umulur ki başını kurtarırsın.”

Hikaye ve rivayet bundan ibaret..

  • Ben kıssayı anlattım, siz hisseyi elbet bulursunuz.

Meraklısına: İsmail Kılıçarslan’ın bir yazısından esinle