Benden size erken bayram mesajı gelsin. Haftaya çıkmayacak olan gazetemizden dolayı şimdiden yazmak istedim.

“Bugün bayram erken kalkın çocuklar!” rahmetli Barış Manço'nun eskimeyen şarkılarından biri her bayram sabahı dilime yapışır. Klişeleşmiş cümlelerle dolu aslında iç sesim Ah nerede o eski bayramlar!” ardı arkası kesilmeden ilerliyor. Bayram namazından sonra başlayan, evin her köşesini saran o bayram telaşı…

'Nerede o eski bayramlar?' Geldiğim yaş itibariyle, artık ben de böyle söylemeye, sormaya başladım. Devamında şunu düşündüm: Özlediğimiz, aradığımız, aslında çocukluğumuzdur. Üzerimizde hakkı olan o güzel ve güzide günler. İnsana önce durgunluk, sonra sevinç veren bayram sabahları. Bir müjde gibi gelen kandil geceleri, büyüklerin neşeli ciddiyeti. Onlara dokunma imkânı bulduğumuz nadir zamanlar. En candan dualar: El öpenlerin çok olsun.”

Sahiden böyle mi oluyor? Sanki şu: Yaşımız, bedenimiz, aklımız büyüdükçe, içimiz küçülüyor. Temiz ve aziz olma hali zedeleniyor. Berraklık, burukluğa dönüşüyor. Harfler gidiyor, rakamlar geliyor. Vakit ilerledikçe, haset gibi, yalan gibi, yakıcı ve yıkıcı huylar ediniyoruz. Kötü alışkanlıklar.

Hayat bizi hem usandırır, hem uslandırır. Bir ipucu niyetine bakınız: Ağırbaşlı olmak. Çocukken ve gençken şaşkınlığımız, hayretimiz, merakımız, hevesimiz zirvededir. Sonra bunlar birer ikişer elimizden, gönlümüzden alınır. Yerine derin bir yorgunluk verirler. Hemen söyleyelim: Beden yorgunluğu geçer, ruh yorgunluğu kolaylıkla geçmez.

İnsanın eti yenmez, derisi giyilmez. Geriye gönül ve dil kalır, sevgi ve sohbet… İkisini tek kelimeyle özetlersek; muhabbet…

“Çocukluk insanın anayurdudur.”

Bu yazıya başlamadan evvel, çocukluğumun geçtiği yerleri gezdim. Üzerimizden yıllar geçmiş. Her şey değişmiş: İnsanlar, sokaklar, mekânlar. Evler gitmiş, binalar gelmiş. İkisi aynı şey midir? Hep beraber düşünelim.

Hatıralar uzaklaşmış. Tek tanıdık, yaşlı ağaçlar. Dişbudak, çam, çınar.

'Nerede eski bayramlar' diye iç çekerken, işte o günleri arıyoruz, soruyoruz.

Bayram, incelik ve güzellik günüdür. Kaybettiklerimizi kazanmanın en uygun zamanıdır. Örneğin, kırdığımız bir kalbi. Küstürdüğümüz bir arkadaşı.

Bayram ve kandillerde, ilahî bir ilham olarak, dil yumuşar, gönül çözülür.

Bayram, temizlik kolu başkanımızdır. Çiçekler ve çocuklar da öyledir.

Bayram öncesi belki de birkaç şeyi hatırlatmak isterim;

Bayram mesajlarına dikkat edin:

Bu bayram lütfen toplu mesaj atmayın. Bir kere çok ayıp. İnsan büyüklerinin, sevdiklerinin bayramını toplu mesajla kutlamaz. Bu sene bir de bir caps yapmışlar, onu gönderiyor herkes, mesaj bile yazmıyor.

Bayram ziyaretine gidin:

Modern zaman bizi bireyselliğe ve yalnızlığa mahkum etti. Bu büyük bir dramdır aslında. Bizim geleneklerimiz ise sürekli toplanmayı, bir araya gelmeyi, vefalı olmayı, teşvik eder. Ailemiz de bunun başında gelir. Bayramda ailenizin, dostlarınızın, sevdiklerinizin yanına gidin. Yüz yüze, ona dokunarak, hissederek halini hatırını sorun, bayramlaşın. Unutmayın, insan yalnız yaşayamaz.

İletişim şeklinizi değiştirin:

En başta sosyal medya hesaplarınızı geçici olarak silin. WhatsApp gruplarını sessize alın. Zorunlu değilse hiçbir şekilde dijital iletişim yöntemlerini kullanmayın, internete girmeyin.

Buna organik iletişim denir. Bu bayram internet, sosyal medya diyeti yapın. Çok şaşıracağınız şeyler göreceksiniz.

İletişiminizin ne kadar tahrip olduğunu, organik iletişimin ne kadar güzel bir şey olduğunu, kafanızın ne kadar rahatladığını göreceksiniz.

Stresinizi yönetin:

Hayatımızın tam orta yerine depresyon yerleşti, gitmiyor bir türlü. İslam dünyası perişan. İnsanlık bir deliliğe kapılmış. Ülkemiz zor günler yaşıyor. Ahlak, ilke, ideal tüm kavramlar erozyona uğruyor.

Bunlardan dolayı ciddi olarak sinirlerimiz bozuk. Bir kısmımız da depresyonda. Bu sağlıklı bir şey değil. Stresimizi yönetmezsek, hem sorunların çözümüne katkı sağlayamayız hem de sağlığımızı kaybederiz.

Bu bayram kısmi terapi yapın kendinize. Haberleri takip etmeyin, ağır konuları konuşmayın, tartışmaya girmeyin. Bu kabine değişikliğine bu kadar kafayı takmayın mesela. Makamlar gelip geçici, mühim olan sağlığınız.

Sevdiğiniz insanlarla, sevdiğiniz şeyler yapın. Bayram sürecinde kendinizi tedavi edin yani. Zaten bayramdan sonra otomatik olarak sorunların, dertlerin için düşeceksiniz. Hiç olmazsa bünyenizi güçlendirin.

Doğayla buluşun:

Ramazan'da benim gibi spor ve doğa düşkünü birisi bile, yerinden kıpırdayamadı. O nedenle vücudun ciddi biçimde kondisyonu düştü, kaslar gevşedi. Bu sağlıklı bir şey değil. Bayramda muhakkak doğayla buluşun.

Kapalı ev, iş ortamından çıkıp, toprakla, ağaçla, denizle buluşun. Bu, Bodrum'a gidip, otele kapanın anlamına gelmiyor. Organik doğa ortamından bahsediyorum. Hafif sporla vücudunuzdaki hantallığı atın. Günler ilerledikçe egzersizleri arttırın.

Yemeğe dikkat edin:

Mübarek Ramazan sonrası en büyük işkenceyi mide ve sindirim sistemi çekermiş. Ramazan'da az yemeye alışmış vücut, birden açlıktan çıkmış gibi her şeyi yiyince ciddi sarsıntı geçirirmiş.

Hazır vücut iki öğüne alışmışken, bunu sürdürmek de iyi bir yoldur. Herkes diyet yapıp duruyor normal zamanda. Aslında az yediğinizde hem sağlığınızı korursunuz, hem de şişmanlamazsınız.

Mutlu, sağlıklı, sevdiklerinizle iyi bayramlar…