Ülkemizin yaşadığı büyük deprem felaketinin üzerinden yaklaşık kırk gün geçmesine rağmen halihazırda medya da ve halk arasında konuşulmaya devam ediliyor. 

Bir yandan felaketin açtığı yaralar sarılmaya çalışılırken meydana gelen ve gelme ihtimali olan depremlerin ürküten belirsizliği, sıcak haber niteliğini koruyor!

Ne var ki yaşanılan felaketlerden kadın ve çocukların çok daha fazla etkilendiği de bir gerçek. 

  Dünya Sağlık Örgütünün 7 Şubat 2023 tarihli bildirisinde; Türkiye ve Suriye'nin bir kısmını etkileyen ve binlerce kişinin ölümüne sebep olan bu büyük depremin, yakın zamanda  23 milyona yakın insanı etkileyebileceği  belirtildi.

Nasıl yani?

Yapılan tahmin doğruysa eğer; kadın ve çocuk perspektifinde ciddi bir rakam!

Peki şöyle düşünelim;  jeofizik özellikler sebebiyle Türkiye bir deprem bölgesi ve biz bu gerçekle yaşamak zorundayız.

Sonuç?

Gelinen nokta ortada maalesef!

Hatırlar mısınız diye sormuyorum.  Nitekim  12 Kasım 1999 Bolu depremi hala hafızalardan silinmiş değil. O yıllarda  UNİCEF deprem prefabriklerinde görev yapmış bir çocuk gelişimci olarak; çocuklar ve annelerin depremden ne denli etkilendiklerine bizzat şahit oldum. 

Psikolojik dayanıklılık söz konusu olduğunda takdir edersiniz ki kolay kolay atlatılabilecek bir durum değil.

Sosyal medyada  hemen her konuda olduğu gibi uzman olan olmayan herkes kendince yorum yapıyor.

Televizyonda haberler deseniz 7/24 açık.

Bu durum bilgi kirliliği yaratmanın yanı sıra, depremzedeler kadar olmasa da gelişmeleri medyadan takip eden bireylerde de ruhsal paniğe sebep oluyor ve dahası “Travma Sonrası Stres Bozukluğu” semptomlarını  tetikliyor.

Ve nitekim son günlerde toplum içerisinde doğal felaketlerin sebep olduğu  travma sonrası;  kaçınma, uyku ve yeme bozukluğu, hafıza problemleri, kaygı, korku ve suçluluk duygularıyla başa çıkmaya çalışan bireylerin sayısında artış olduğu görülüyor.

Benim ilgilendiğim kısım ise şu; yetişkinlerin içselleştirdiği bu durum  maalesef çocuklara bir şekilde yansıyor. 

Unutmayalım ki; çocuklar her ne kadar dinlemiyor gibi görünse de, etrafta konuşulanlardan haberdarlar.

Kaldı ki her an her yerde “çocukların” ellerinde birer telefon varken televizyona ne hacet diyorum!

Yirmi yılı aşkındır çocuklar ve aileleriyle çalışan bir uzman olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki;  insana dair tüm olumsuzluklar gibi doğal felaketlerin de çocuklar üzerinde ne gibi etkiler bırakacağı konusu onların gelişim dönemiyle yakından alakalıdır. Çocukların olayları anlamlandırma düzeyi yetişkinlere kıyasla çok daha derindir.

Özellikle yaşanılan olumsuz durumlar sonrasında çocukları medyadan ve yetişkin ortamlarından uzak tutmak işe yarayabilir.

Anlayabilecekleri bir dille, fazla ayrıntıya girmeden, ve yine birinci ağızdan duyacakları doğru bilgilerle  yaşanılanları izah etmek oldukça önemli!

Bunun yanı sıra çocuklara “alan yaratmak”,  soru sormalarına ve oyun aracılığıyla travmayı atlatmalarına izin vermek son derece önemli.

Freud’a göre oyun, çocuğun en önemli işidir. Oyun aracılığıyla çocuk hayallerini, yaşadıklarını ortaya koyar ve ruhunu tedavi eder.

Bırakalım herkes işini yapsın!

Doğal afetler yaşamımızın bir parçası evet; ancak unutmamalıyız ki çocukların olaylardan etkilenme şekli onların geleceğini de etkiliyor.

Buradan bakıldığında ilk öğretim çağından itibaren ilgili eğitimlerin ve örgütlenmelerin toplumsal yapı içerisinde yer alması büyük önem arz ediyor.

Doğal afetler yaşayan ülkelerin ÇOCUK MERKEZLİ DOĞAL AFET KRİZ YÖNETİMİ planlamaları bu noktada dikkate değer.

Son olarak toplumsal yapıyı oluşturan tüm kurumların bu tarz afetlerde hızlı ve pratik bir şekilde olaya müdahalesi,  özellikle de eğitim kurumlarının çocuk perspektifinde modifiye olması beklenen bir tutum olmalıdır.