Sosyal medyanın içinde kaybolmuş bireyleriz sanırım. Bunu geçen gün olan bütün programların çöküşünden sonra daha iyi anladım. Hepimiz minnacık ekranların içine beynimizi akıtıp yok olup gidiyoruz. Sosyal mecraların kapanması durumunda ne yapacağımızı bilmeyen ışık görmüş tavşanlar misali kalacağız.

Gezdiğimiz yerleri, yediğimiz yemekleri, oturduğumuz kişileri insanlarla paylaşıp bir nevi “kişisel reklam” içindeyiz. Sadece kendimizi öne çıkarmak da değil bakıldığında, çevremizde ki insanların neler yaptığını da merak ediyoruz. Gün içerisinde küçücük ekranlara saatlerimizi ayırıp sonrasında da kendimize yetmeyen zamandan yakınıyoruz. Kendimize gerçekten zaman ayırmak istiyor muyuz? Çok net aslında bunun cevabı kendimizi unutalı çok oldu, sadece kalıplarda olması gereken hayatları yaşıyormuş gibi gösterme çabası içindeyiz. Kendimize bir kahve demleyip, bedenimizi ruhumuzu dinlemeyi bir kenara bıraktık. Dinlenme dediğimiz kavram pazar kahvaltı fotoğrafları oldu. Ya da kalabalık kafelerde oturup bir kahve içmek oldu. Evimizin bir köşesinde sessizliği dinlemeyi hep atladık.

Bir iletişim aracının çok daha ilerisinde olan telefonlar ellerimize, hayatlarımıza yapıştı. Ne kadar inkar etsek de beyinlerimiz onların içerisinde yaşıyor.

Uygulamaların içinde yaşadığımız hayatlardan olsa gerek, ulaşımlarımız bir programdan engellendiğinde hemen diğer programa atlayıp orada nefes almaya çalışıyoruz. Elimizden ve biraz olsun hayatımızdan bir köşeye bırakıp kendimize vakit ayırmayı hiç denemiyoruz. Bir kitabı açıp içinde ki hayatta hayal gücümüzü kullanmaya çalışmıyoruz. Tembel bedenlerin yanı sıra tembel beyinler olduk!

Birlikte zaman geçirmek istediğimiz insanlarla aynı yerde sadece nefes alıyoruz. Kendimize, ruhumuza dokunan hiçbir sohbette bulunmadan o ekranların ucunda ki yine başka bireylerle konuşmak hepimize daha iyi geliyor.

Hafta sonlarını, iş çıkışlarını insanlarımızla güzelleştirmeyi deneyelim. Biz düşünebilen, kendi hobileri olan bireyleriz. O köşede bıraktığımız sözde yapmaktan keyif duyduğumuz aktiviteleri hatırlayalım. Kendimize saatler ayıralım, biraz olsun kalabalıklardan uzaklaşıp bedenimizi, ruhumuzu hatırlayalım. İşte o yakındığımız “hiç vaktim yok, dinlenemiyorum!” cümleleri eriyip gidecek dudaklarımızdan.