Bir şefkat medeniyeti olan Osmanlı, hayatın her anında, canlıya verilen değeri gözler önüne seren geleneklere sahipti.
Cami duvarlarına oyularak yapılan; yardımlaşmanın gizliliğini esas alan "sadaka taşları",
Güven duygusunun pekiştiği "yitik taşları",
Atlı araçlara binmeyi kolaylaştıran "binek taşları"
Hamalların yol boyunca dinlenmesini sağlayan "mola taşları" ile zarafetini yansıtır.
XXX
Osmanlı toplumunda, at, eşek, katır gibi hayvanlar taşıma aracı olarak kullanılır, kadın, yaşlı, çocuk ve kilolu kimselerin bu hayvanlara binebilmeleri için bu sütunlardan yararlanılırdı.
Atlara veya atlı araçlara kolaylıkla binmeyi sağlayan bu araçlara, binek taşları denirdi.
Sokak köşelerine, konakların veya evlerin giriş kapılarının yanına veya ihtiyaç duyulan yerlere yerleştirilirdi.
Topkapı Sarayı'nda, padişahlar tahta çıktıkları zaman cülus törenleri düzenler, bir hafta içerisinde ise kılıç alayı ile Eyüpsultan'a giderdi. Ardından burada kılıç kuşanırdı.
Haremin Valide Taşlığı’na açılan Taht Kapısı’nın yanındaki binek taşını padişahlar, bu törene giderken ve sefere çıkarken kullanırdı.
Yakın tarihe kadar ağır yükleri taşımaya hamallar yardımcı olurdu. Oldukça güçlü olan bu kişiler, sırtlarında semer denilen ve içi samanla doldurulmuş arkalık ile yüklerini taşırdı.
Ağırlığından dolayı tek başına kaldırılması mümkün olmadığından iki kişinin yardımı ile yükleri sırtına alırdı.
Yol boyunca durup sırtındaki eşyaları indirerek dinlenme olanağı yoktu. Çünkü yükü tekrar yükleyecek iki kişi bulmak çok zordu.
Bundan dolayı, hamalların yol üzerinde bir süre oturarak nefes alabileceği taşlar inşa edildi.
Hamallar için yapılmış olan bu mola taşları, Osmanlı'nın inceliğini ve zarafetini gösterir.
Yitik taşları, kaybolan eşyaların sahibine ulaştırılmasını kolaylaştırmak için yapıldı. Cami veya medreselerin duvarlarına yerden 1-1,25 m yükseklikte kemerli niş şeklinde oyuk açılırdı.
Eşyası kaybolan kişi ilk önce yitik taşına bakar, kendine aitse alır, değilse kesinlikle dokunmazdı.
Taş duvarın içinde bir oyuk görünümde olan yitik taşları, 15. yüzyıl başlarında İstanbul'da ortaya çıkıp tüm Osmanlı coğrafyasına yayıldı.
Ayet ve hadis-i şeriflerde sadaka verilerek muhtaçlara yardım edilmesini fakat bunların gönüllerinin kırılmaması emredilir. Osmanlı, işte bu hassasiyeti sadaka taşları ile sağladı.
Sadaka taşları, genelde caminin görülmeyen yerlerinde, birkaç sokağın birleştiği bir köşede, tekke, dergâh, zaviye, mezarlık, türbe gibi yerlerin yakın çevresinde bulunurdu.
Farklı boylarda olan sadaka taşları genellikle beyaz taştan silindir veya dört köşe şeklinde yapılırdı. Bir kısmı ise havuz, kovuk ve yatay, bazen de oyuklar şeklinde olurdu.
Bu zarif uygulama sayesinde, sadakayı bırakan da alan da birbirini görmezdi.
Genellikle nakdi yardım yapılsa da giyim, kuşam eşyaları ve çeşitli besinler bırakılarak ayni yardım da yapılıyordu. Yoksullar burada biriken para veya eşyalardan ihtiyacı kadarını alır, kalanını diğer muhtaçlara bırakırdı.
"Zekat taşı", "zekat kuyusu", "dilenci mihrabı", "hacet taşı", "ihtiyaçgâh", "fıkara taşı", "hayrat deliği" olarak da anılırdı.
*Fikriyat Dergisinden yararlanılmıştır.